H A Z E L

Blog

Etiket: philosophy

Zaman durur…

IMG_9845

4 Haziran 2017… Ramazan’ın kaçıncı günündeyiz, bilmiyorum… Saat 02:22… Başkent Hastanesi’nin acil kapısında oturuyorum… Buram buram iğde kokuyor… Bu kokuya bayılırım… Bundan sonra da hep hala sevmek istiyorum. Babam 13 gündür burada… Kanserden değil ama nörolojiden dolayı geldik bu sefer… nörolojinin pek çok hastalığı var… Hepsi de birbirinden çetrefilli… ama bunu ben daha önce hiç duymamıştım.. DELIRIUM!

Çok çılgınca… Babam anlamsız sözler söylüyor, bazen ne dediğini anlamıyorum. “Bana şey ver…”, “verdin mi?” ve benzeri bir sürü anlam veremediğim söz… Ablasının adını sayıklıyor… Biz yokken bizim adlarımızı… Beni bugün tanımadı… Annem benim kim olduğumu sordu, “gelinim, Deniz” dedi…

Adı Deniz olan bir gelinimiz yok. Aslında gelinimiz yok… Sonra da bana bakmadı… Hafızası çok iyiydi, bizden birini ilk defa tanımadı… O da ben oldum.

Dün abim müzik dinletti, Sealed with a kiss… sözlerini de hatırlıyordu… Geçici bir hastalık olduğunu her kaynak söylüyor… Bununla birlikte ne kadar süre sonra geçeceği belirsiz… İştahsızlık var… Etrafındaki insanların kendisine zarar vereceğini düşünürmüş, ilaçların da zehir olduğunu düşünürmüş… Bana sürekli “sus!” diyor. Normal yükseklikteki sesleri çok yüksek gibi algılarmış. Sessizliğe ve bazen de yumuşak müziğe ihtiyaç duyarlarmış… Dün abim müzik dinletirken en düşükte olmasına rağmen çok yüksek gelmiş ses… Sesleri bu kadar yüksek algılaması da sinirlilik hali yapıyor… Huzursuzlukla kıvranıyor… Sayıklıyor…

Bu durum beyindeki enfarklar yüzünden olurmuş ama tıbbi tedavi yöntemleri de bu durumun oluşmasına neden olurmuş… Mesela babamdaki durum kemoterapi sonrasında ortaya çıkmış olabilir. çünkü o sıra tümör yine beyne atlamış. Beyni bu durumdan kurtarmak için radyoterapi uygulandı… Ondan sonra da yemek yememeye başladı, çok zayıfladı… Artık yürümede de zorluk büyük tuvaletini salonun ortasına bırakmasına kadar vahim hale geldi. sonra annemlerle bir akşamüstü evde otururken, 22 Mayıs gecesi babamı acile getirdik… Boş yatak yokmuş… Bizi başta eve göndermeye çalıştılar. Tabi biz direndik. Aklınızda bulunsun, bir hastane, hele de özel bir hastaneyse, hasta hakları kapsamında size başka bir hastanede yer ayarlayıp oraya nakletmek durumundadır… Bunu biz bilmiyorduk, ama başka bir hastanın ertesi gün akşam 6’da yatacağını öğrendik, onun yerine babamı aldılar. O gece yanında ben kaldım. Sabaha karşı şu fotoğraf ortaya çıktı:

IMG_9846

Bu kareyi yakaladığım andan beri içimde bir mucize olacağına dair inancımı hiç kaybetmedim. Dikkatli bakınız, biri oradan gülümsüyor ve ben sabaha karşı dört sularında bu manzaraya uyanıyorum. Bunun bir anlamı olmalı! Gülümseyen, bana umut veren o hilal başka bir şekilde açıklanamaz…

Bu kabus sona erecek ve babam eski haline kavuşacak. Buna inanıyorum. İnanıyorum!

İş, Güç, Okul… Teker Teker Gelin?!?!

Türkiye’de bir doktora öğrencisi olmak kolay bir şey değil. Bir başlamışsın, bakmışsın ki hayatın doktora olmuş.

Normal süre 4 yıl. (ya hani…) Değil işte. Yok öyle bir dünya. Çok çalışkan, azimli, eli kolu her yere yeten arkadaşlarım var benim. Onlar bile bitiremediler, ki ben nasıl bu işin altından kalkacağım, onu bilmiyorum.

Yarın iki sunum var. Biri Küresel İktisat Politikası, ki tadından yenmez. Ne Asya ülkeleriymiş arkadaş. İçin kurudu. (Daha adam gibi sunumu hazırlamaya başlamadım bile.)  Deprem gibi, orada oluyor, sonra ceremesini biz çekiyoruz. Yaşadık, gördük, daha öğrenemedik. Hala da öğrenmeye niyetimiz yok bence.

Diğer sunumum daha eğlenceli. Sesim kısık söylüyormuşum gibi hayal edin. f-u-k-o…(Foucault) Başka bir şey söylesem mi, söylemesem mi bilemedim. Aslında çok ilginç fikirleri var laf aramızda… Metaforlara bayıldığımı bile söyleyebilirim. Gel gör ki, sunum olarak değil de hakkında yapılmış çeşitli yorumları YouTube üzerinden izleyerek tartışsak daha yararlı olurmuş gibi geliyor bana.

Yarın bu iki sunumdan kurtulabilirsem, rahat bir nefes alacağım. Bence kurtulurum. kisinin sonucu da fena olmazmış gibi geliyor bana…