Dün, 7 Mart 2013’te elime doğan dünyalar tatlısı kedim Lily’yi böbrek yetmezliğinden kaybettik.
Bu dünyada 2 kilo ağırlığıyla hayata tutunmaya çalışan bu minik canı çok özleyeceğim…
Hem annemin hem de babamın bayıldıkları bir kediydi Lily… Annesiyle tatlı tatlı tepişir, ama genellikle iyi anlaşırdı. Hatta bir gün plan yapmış bizim anne-kız… Kumlarını değiştirmeye giderken, kumu temizlediğim küreği birbirlerine fırlatarak ses çıkarmışlardı, “ortalık battı, sen nerdesin sahip?!” der gibi…
Başka bir gün, kısırlaştırdığımız gündü yanılmıyorsam, narkozun etkisiyle sersem sepet sallana sallana bana doğru geldi, kucağıma kendini bıraktı ve saatlerce üzerimde uyudu. Aldım, kenara koydum, uyandı, yine sürüne sürüne üzerime yattı. O anda nasıl hüngür hüngür ağladığımı anlatamam… Küçücük bir can sizinle huzurlu, mutlu… Kokunuz olmadan huzura eremiyor…
Artık sütten kesilip mama yemeğe başladığı zamanlardı sanırım… kucağıma alıp sevdiğim anda t-shirtümü emmeye başlar, süt gelsin diye patileriyle masaj yapardı karnıma… üstüm başım sırılsıklam olurdu….
Bana lütfen söyleyin, tüm bu özel anları yaşadığınız bir canlı nasıl sadece bir “kedi” olabilir ve evet “kısa” olan hayatının benim içimde nasıl çiçekler açtırdığını bilmeden “zaten kediler de kısa yaşar” denebilir… Aklım almıyor… Mantıklı bir insan olarak robotlaşmayı, görmemeyi ve anlamak istememeyi anlayamıyorum…
Dün Lily ile vedalaştık… Sessiz sedasız, son nefesini verdi… Hala gözleri ve tüyleri çok güzeldi…
İnsanların çoğu ile sağlayamadığınız iletişimi onlarla sağlarsınız ve onların sizde yarattığı çoşkunun hafifliği, onlar gittikten sonra büyük bir üzüntüye dönüşür… Elbette alışırsınız bu gidişe de ama alıştığınız huylarını bir daha göremeyecek olmak büyük bir boşluk yaratır… Rahat uyu meleğim…
Hayatımda her zaman herhangi bir başlangıç için her zaman çok heyecanlanmışımdır. Bu Pazartesi de yine böyle bir başlangıçtı. 2 yıl sonra ilk defa tekrar düzenli olarak ofise gelmeye başladık. Arada ofise gitmeme rağmen, kesin geri dönüş için bir tarih verilince çok heyecanlandım. Hatta henüz iki gün geçti ama eskisinden daha verimli çalıştığımı farkettim. Yarın ise ilk toplantımızı yüz yüze gerçekleştireceğiz.
Hala devam eden covid yüzünden hepimizde biraz tedirginlik var ama havalar da nispeten ısındı. Havalandırarak otursak fazla risk almış olmayız umarım. Bir de N95leri takarsak daha da iyi olabilir…
Ofisi özledim ama ben Mayıs ortası gibi yine bir süreliğine ofisten uzak olacağım…
Bu seferki uzaklaşmanın sebebini de o tarih gelince buradan yazarım 🌺
YouTube’un yayın politikasını anlamakta gerçekten zorlanıyorum. Benim YouTube’u kullanmayı tercih etmekteki amacım, doğru bilgileri kullanan insanları tanımak ve nasıl başka içerikler üretiyorlar onları tespit etmek. Bugün doğru bilgiye erişebilirsiniz. Bu gerçekten ne duymak istediğinizle ilgili bir durum.
Kendimi bildim bileli bilimselliği ispatlanmış bilgileri takılıp etmeyi tercih ettim. YouTube ya da teknolojinin sunduğu diğer araçlar çıkmadan önce kaynaklarımı buna göre seçmeye özen gösterirdim. Şimdi çok daha fazla bilgi kaynağı var (doğru ya da yanlış), doğrunun ya da yanlışın ne olduğunu tespit edebilme yeteneklerimizin de keskinleşmesi gerekiyor.
Ben de bu yeteneklerimi sivriltebildiğim bir yerde çalışıyorum. Her gün yeni bir şey öğreniyorum.
Çalışmalarımız arasında toplantılar düzenlemek ve bilimsel kriterlere uygun bir şekilde yayınladığımız dergilerimiz var.
Dergilerimize şimdiye kadar herhangi bir sınır gelmedi. Toplantıları da rahatlıkla yapabiliyoruz ama toplantıları yaptıktan sonra YouTube tarafından kısıtlanmak gibi durumlarla karşılaşıyoruz. Bunlardan biri geçtiğimiz günlerde başımıza geldi. Bununla ilgili olarak da uzun zamandır sesini çıkarmayan bizler bir yazı kaleme almaya karar verdik. Yazıya hem Türkçe hem de İngilizce olarak ulaşabileceğiniz linkler burada:
İmkan sunarmış gibi görünen ama kendi kendine otorite olmaya çalışan insanlara ve mecralara olan antipatim her geçen gün büyüyor. Bi salın ya, bi salın… Herkes fikrini özgürce dile getirsin ama hakaret etmeden ve yalan yanlış şeylere başvurmadan… Ama tabii bu hem çaba hem de cesaret istiyor. Üzgünüm ama daha yolun başında bile değiliz insanlık olarak.
Buraya uğramayalı çok uzun zaman oldu. Bu seferki gelişim tamamen zorlama sonucu… Gelmeseydim, yenilenen kredi kartım yüzünden alan adımı kaybedecektim. Bu süreçte böyle zorlamalarla yeniden elde ettiğim çok şey oluyor. Neyseki bunlar hayatımı kökten değiştireceğim şeyler değil. Hepsi ya takatim olmadığı için ya da zamanını kaçırdığım için girdiğim riskli durumlar…
Bu arada, yine alopeai areata (saçkıran) ile yeniden bir araya geldik. Üşenmeyip doktor randevusu alsam iyi olacak. Daha önce nişanlanırken ve babamı kaybettiğimde yaşamıştım. Bu sefer ne oldu da o gürül gürül saçların dökülüyor diyeceksiniz.
Bu sefer güzel bir şeyler oluyor ama şimdi zamanı değil. Daha hala zamanım var söylemek için.
Burada yazdıklarımı hiç kimseyle paylaşmıyorum. Gerçi adım sanım ayan beyan ortada. Bilenler bilip takip de ediyor olabilir. Neden başka alan adı alıp herhangi bir takam isim seçmediğimi de sorabilirsiniz. Beni tam olarak anlatan bir “ikinci” isimle kendimi tam hissetmedim ya da beni tam olarak anlattığını düşünmedim.
Buradaki adımı pek çok kere değiştirdim. Çünkü olmadı, üstümde eğreti durdu, beni mutlu etmedi. En sevdiğim şey kendim gibi olmak, kendimi olduğum gibi anlatmak. Okunsa da okunmasa da problem değil. Bir çeşit açık günlük.
Elektronik günlük fikri 11 yaşımdan beri var. 1997 yılında internete bağlanma özelliği olmayan, ekran ışığı bile olmayan, yeşil ekranlı (aşağıdakine benzer bir şey ama değil) bir notebook’um vardı. Gazeteden kuponla kendim almıştım yanlış hatırlamıyorsam.
Bu görseldeki gibi takoz bir şey ama birebir aynısı değil. O zaman “chat” yapmak, “sohbet odalarında takılmak” prestij meselesiydi ve ben o havalı tayfadan tabii ki uzak bir çocuktum.
Ne istediğini doğrudan ifade etmekte sorun yaşayan bir çocuk oldum hep. Çünkü dört ya da beş kere ebeveynleriniz tarafından reddedildiyseniz ya da ertelendiyseniz bir şey istemek de içinizden gelmiyor. Bende de öyle oldu. Şu dandik şeyi bile kupon biriktirip alabildim. Kuponlar tamamlanınca da neyseki dilim döndü de teslimat noktasına babamla gitmek istediğimi söyleyebildim…
Peki internete bağlanmayan, doğru dürüst yazdıklarımı kaydetme özelliği bile olmayan bu uyduruk şeyi ben ne yaptım? Yaşıtlarım gibi havalı bir şekilde “chat” yapabilmem için önce hızlı olmam gerekiyordu.
Hiç unutmam Bilgisayar dersindeyiz. 6. Sınıftayız ve ders boş geçecek. herkesi serbest bıraktılar. Herkes bilgisayarlardan MIRC, icq, başka chat odaları vs. açmaya başladı. 10. dakikada sınıfın çoğunluğu haftasonlarını buluşacakları insanlarla ayarlamışlardı bile. Ben peki? “Slm, nbr?” yazana kadar yıl geçti, zaten 6. sınıf da öyle bitiverdi.
İşte benim kıytırık bilgisayar burada devreye girdi. Bizim kıytırık sayesinde ben hızlı klavye çalışmaya başladım. Diyeceksiniz nasıl olabilir ki? O kadar niteliksiz bir “notebook”a yükledikleri özelliğe inanamayacaksınız. Bence hala çok muhteşem bir fikir. Dakikada kaç sözcük yazdığın üzerinden sana puan veriyor. Ben de tüm yazı benim kıytırıkla geçirdim.
Ertesi sene ışığını cıcığını bilmediğim sohbet odası yoktu, artık 3-4 kişiyle aynı anda yazışabiliyordum. Aman ne harika bir meziyet! Bravo şekerim.
Öyle ya da böyle bana bilgisayar kullanmayı öğreten bu teknolojik çöplüğü hep güzel hatırlıyorum.
Onun sayesinde teknolojinin bugün vardığı bu noktada takılmadan hatta takılmak bir yana gayet de hızlı bir şekilde tüm yapılması gereken şeyleri yapabiliyorum.
Bu yazı Bloguma bir çeşit ikinci merhaba gibi oldu…
Bir daha bu kadar uzun bir ara vermesem iyi olacak sanırım.
Teknolojik çöplükler iyidir. Bizi bugünlere hazırlayan yegane aygıtlar!
Şuraya ilk telefonumun fotoğrafını (12 yaşındaydım) iliştirerek sizlere iyi geceler dileyeyim: Canım Alcatel One Touch Easy… Karum’dan almıştık. Annem de Nokia 6110 almıştı… Sonra bir gün yine Karum’a girerken güvenlikten geçtiğimiz sırada annemin telefonunu çaldılar. Hem de güvenliğin gözü önünde. AVM yönetimi annemi mağdur etmedi, aynı telefondan verdi. Ama ben aynı olmadığını farketmiştim. Annemin çalınan telefonunun menşei Finlandiya’ydı. Anneme telafi için verdikleri ise Almanya menşeiliydi… Bu da önemli bir far mı yani diyebilirsiniz ama kalitede malzemenin tuşesinde inanılmaz bir fark vardı… Beynime bakar mısınız, tam bir çöplük!
Sadece bir şeyden ibaret olamayız. Hayatın binbir türlü hali var ya, insanın da öyle. Biraz önce bir TED konuşması dinledim. Daha önce yazdığım diğer yazının arkasından iyi gelir diye düşünüyorum.
Yama, bizim sitenin kedisi… O da bir içe dönük…
Kendi kendimize kalmak ve fazlasıyla dışa dönük olmak bizim “olmamız gereken” durumlar değildir. Bu durumlar zaman zaman değişiklik gösterebilirler ve bu değişiklik dengenin korunması için gereklidir. Hep tutarlı olmak namına o anda hissetmediğimiz şekilde dışa dönük olmayı bizi tanımlayan bir özellik gibi öne sürersek dengeyi sarsmış olur, kendi ihtiyaçlarımızı sırf toplum baskısı yüzünden ihmal etmiş oluruz. Herkese hitap etmeye çalışırken “ben”i en fazla ihmal eden yine kendimiz oluyoruz. Bu noktada sıcacık konuşmasıyla Susan Cane sahneye çıkar… 🙏🏼
COVID-19 ile ilgili bir yazmayan ben kaldım sanırım. Herkes edebi hale getirmek için pek çok isim verdi bu döneme. Kuşkusuz en fazla andığımız kişi Kolombiyalı yazar Gabriel García Márquez’dir. Bu dönemi yaşama “şansına” erişmiş insanlar “Kolera Günlerinde Aşk”a isim olarak benzettiler ve ortaya şöyle isimler çıktı:
“Korona Günleri”, “Korona Günlükleri”, “Korona Zamanı”, “Anna Koronina”, korona korona korona… Ekşi Sözlük‘te bununla ilgili bir başlık bile var.
Herkesin bu konuda çok yazacak şeyi var. Evden çalışmaya başladığımızdan beri yaratıcılıklarımıza yaratıcılık, yeteneklerimize yetenek kattık. “Balkon demiri yalamayı” özledik. O kadar çok meditasyon, yoga, evde nasıl sıkılmazsınız içerikleri ile bombardıman altında kaldık ki, evde boş boş oturmanın ayıp olduğunu bile düşünmeye başladık. Kitap okuma önerileri çok klişe kaldı. “21. yüzyılda evde nasıl yalnız kalınır”ı çalışıyoruz insanlık olarak. Yalnızlığın ne kadar güzel bir şey olduğunu unutmuştuk. Aksine yalnız kalmanın “eziklik” olduğu ilkokul, ortaokul çağlarında beyinlerimize kazındı. Oysa yalnız kalıp kendi ihtiyaçlarının farkına varmanın lüks olduğunun büyük insanların başarılarının ardındaki en büyük sırlardan biri olduğunu COVID-19 sayesinde öğrendik.
Hastalığın tam olarak ne olduğu tanımlanamadan korkutulduk. Temel bilgiler bize yetmedi. Daha fazlasını istedik. Dezenfektan kullanmaktan kuruyan eller bile zaman zaman prestij aracı haline geldi. Dezenfektan bulmuş ve kullanabilmiş. Halbuki en başından beri suyun sabunun erişilebildiği bir ortamda dezenfektan kullanımına gerek olmadığı da söylendi, eldiven kullanımının çıplak ellerden daha riskli olduğu da.
Çöp Sorunu
Daha çok yakında 14 Eylül – 10 Kasım 2019 tarihleri arasında “yedinci kıta” temalı 16. İstanbul Bienali büyük ses getirmişken, COVID-19’dan sonra “atık” konusu farklı bir boyut kazandı. Ankara’nın en nezih semtlerinde bile yerlerde tıbbi atık görmeye başladık. Hem de sayısız! Maskeler, eldivenler… Bunları toplamak zorunda kalan, hala işine gitmek zorunda olan temizlik görevlileri var. Onların evden çalışabilmesi mümkün değil. Geçimlerini sağlamak zorundalar ve sağlıklarını riske atıyorlar. Hastalığın en hararetli zamanlarında takacak maske bulamadıklarını da hatırlatmak isterim.
Evden Çalışma İmkânı
Bu süreçte evden çalışabilen şanslı insanlardan biriyim. Evde kalmak bir tercih değil, zorunluluk bu dönemde ama uyuyup uyandığımız yerin keyifli olmaması kimsenin suçu değil. Zamanında evi “ev” yapmaya vakit bulamamış da olabilirsiniz. İnsanların böyle kriz dönemlerinden çıkabilmesini sağlayacak şeylerden biri de aslında eviyle çok da ilgilenmeyen insanlar için bir fırsat. Ben onlardan değilim. Çalışma ofisim bile rengarenktir. Saatlerimi geçirdiğim yerin bana ait olması hissini çok seviyorum. Evden çalışma zorunluluğunu “mecburiyet” gibi değil de “fırsat” olarak görmekte fayda var.
Tabi sosyalleşmenin önemi asla azımsanamaz. Sosyal varlıklar olarak insanlar iletişimde kalmak zorundadır. Sosyalleşmemek insan ömründen çok götürür. Bunun araştırmaları bile yapılmıştır. Sizleri şu linkteki TED konuşmasına götürmek istiyorum. Sosyalleşmek güzeldir ve hayatı yaşanır kılar. Ama içinden geçtiğimiz zamanların sona ereceğini biliyoruz. Bu hastalık yüzünden çok kaybımız oldu ama biliyoruz ki en önemli şey mümkün olduğunca kurallara uymak ve bir değişiklik yaparak çok da sorgulamamak. Bu dönemde hastalıkla ilgili öne sürülen çok fazla fikir var. Resmi kaynakların önerileri dışında başka bir yeri takip etmemeye çalışıyorum. Takip ettiğim kaynaklar, Sağlık Bakanlığı ve Bilim Kurulu üyelerinin açıklamaları. Bir de anne, babalarımızın, aile büyüklerimizin Whatsapp gruplarından aldıkları “sıradışı”, kaynağı belli olmayan mesajları çürüten bir platform olan teyit.org‘u takip ediyorum. “COVID-19 Postası” başlığı ile bu konuyla ilgili ayrıntılı bilgilendirme de yapıyorlar. Takip etmek için abone olmanız yeterli. Daha fazla bilgi kafa karışıklığına neden oluyor.
Teşekkürü Hakedenler
Türkiye’de COVID-19’un ilk görüldüğü 11 Mart’tan bu yana yaklaşık bir buçuk ay geçti. İmkânı olanlar ve işi elverenler evden çalışmaya devam ediyor ama burada hassasiyetle üzerinde durulması gereken meslek grupları var. Normal koşullarda bile pek çok hastalığa maruz kalma riski ile karşı karşıya kalan insanlar ilk başta sağlık çalışanları. “Sağlık çalışanları” çok geniş bir grubu kapsıyor. Açık hava bile olsa pazar yerlerinde belli bir mesafede maskesiz durulmaması söylenirken, kapalı alanlarda saatlerce hastalarla iç içe mesleklerini sürdürmek zorunda kalan insanlardan bahsediyorum. Tabi maalesef bu hastalığa yakalanan çok sayıda sağlık çalışanı var. Arkadaşlarım arasında da çok fazla sağlık sektöründe gece gündüz demeden, evlerine gidemeden çalışanlar var.
Bu dönemde temizlik çalışanları, okula gitmek istemiş, aileleri tarafından gönderilmemiş çok sayıda kadın var. Hayatlarını başkalarının evlerini temizleyerek devam ettirmeye çalışıyorlar. Bu dönem onları daha iyi anlamamızı sağladı. Bizim sorumlu olduğumuz kendi evimiz ve hafta bir defa temizlediğimiz yer. COVID-19 yüzünden artık bir süredir çalışamıyorlar. Çalıştıkları dönemde her gün aynı işleri çeşitli büyüklüklerdeki evleri temizleyerek geçimlerini sağlamaya çalışan bu kadınları daha iyi anladım. Elleri dert görmesin. Hayatlarımızı kolaylaştırdıkları için bir teşekkür de onlara. 👏🏻
Süper market çalışanları ve kuryeler… Normal zamanda da kuryeler konusunda hassas olunması gerektiğini düşünenlerdenim. Böyle dönemde kuryelerin ya da marketlerin siparişleri geç getirmesi ya da karıştırması çok normal. Marketlerde rafları kıtlıktan çıkmışçasına boşaltmanın anlamı nedir? Zaten arı gibi çalışan, tüm günü koşturarak geçiren market çalışanlarına hakaret etmek, bağırıp çağırmak nasıl bir vicdansızlıktır? Bu da yetmiyormuş gibi, sosyal medya üzerinden siparişleri zamanında gelmedi diye marketleri ve kuryeleri aşağılamak ve onlara hakaret etmek nasıl bir şuursuzluktur? 20 yaş altı ve 65 yaş üstü bireyler için demiyorum ama yine belli kuralları gözeterek dışarı çıkabilen bizler, çıkabiliyorken neden sipariş vererek insanların sağlıklarını riske atıyoruz? Bizim karşı karşıya kaldığımız risk 1 ise onlarınki 1000. Bu konuda daha duyarlı olalım, insanları düşünelim.
Biz Ne Yapabiliriz?
Kendimizi sorgulayabiliriz mesela. Bu süreçte aynı evi paylaşan insanların birbirlerini hiç tanımadıklarını itiraf ettiklerine denk geldim. Gerçekten bilinçli ve duyarlı çiftler dışında ciddi sorunlar yaşayan insanların olduğunu biliyorum. COVID-19, #EvdeKal süreci sona erdikten sonra boşanmaların artacağı gibi bir beklenti var. #kadınayönelikşiddet yüzünden hayatını kaybeden çok kadın oldu, aile dağıldı. Çok şey öğreneceğimiz bir dönem.
Sabırlı olayım derken kendinizi sinirlendiğiniz konu ya da kişi üzerinden doldurmayın. Deşarj olmanızı sağlayacak şeyler mutlaka vardır. (Sigara ile de deşarj olunuyor diye duyuyorum sağdan soldan. (hiç içmediğim için bilmiyorum tabi.))
İlla da bir hobi ile kendi yeteneklerinizin kapısını tıklatmak zorunda değilsiniz. Yetenek vardır ama heves yoktur. Zorlamayın kendinizi boş oturmak da bir ihtiyaçtır.
TV’de sonsuz sayıda COVID-19 konulu program var. İzlemeyin. O programlar çoğunlukla biz izleyelim diye değil, programcılar işlerini yapmak zorunda kaldığı için yapılıyor. İzleseniz de izlemeseniz de mesleklerini yapmaya devam ediyorlar. Psikolojiyi harap eden programlar oluyor genelde. İzleyecekseniz 19:00’da başlayan haberleri izleyin. Beyniniz yanmasın.
Aynı evi paylaştığınız insanların yaşam alanlarına saygı gösterin. Örneğin, müzik dinliyorsanız kulaklık takın, herkes sizin dinlediğinizi dinlemek istemeyebilir. Bu da başka bir tartışma sebebinin ortaya çıkmasına neden olabilir.
Sipariş vermeyin, marketten kendiniz alın. Hem hareket olur.
Bu sürecin geçici olduğunu bilin. Hayatlarımıza devam edeceğimizi, yine eski koşulları (çoğunlukla) yaşamak durumunda kalacağımızı unutmayın.
Avrupa’nın dört bir yanından gelen insanların işlediği suçlardan bazıları Hamburg’daki şiddet olayları arasında sayılabilir. Bu durum gözlerin aşırı sola çevrilmesine neden oldu. Deutsche Welle haberlerinde bu konuya eğildi.
Avrupa’da ne kadar aşırı solcu (left-wing extremists) bulunuyor?
Bu soruya cevap vermek kolay değil. Bu konuda sağ siyasal sol siyasaldan daha fazla araştırılıyor. Hamburg’daki kargaşa gösterdi ki, Avrupa’daki aşırı sol ağının faaliyetleri oldukça eşgüdümlü. Europol’a göre katılımcı sayısı hakkında bir tahminde bulunmak sağlıklı değil.
Alman İçişleri Bakanı, 2016 yılında Almanya’nın 81,4 milyon nüfusu bulunduğunu ve tahminlerine göre ülke genelinde 28,500 civarında aşırı sol eğilimli olduğunu, bunların da 8,500’ünün şiddet eğilimi gösterdiğini ifade etmiştir. Aşırı sol radikalizm Avrupa genelinde varlık göstermektedir ve en az Almanya’da olduğu kadar İtalya, Yunanistan ve İsveç’te de radikal sol kesim alt kültürü kendini göstermektedir. Nispeten varlıklı kesimin bulunduğu Zürih ve Bern’de de ciddi sol kesim sokak şiddeti görülmektedir.
Aşırı sol şiddeti yükselişte mi?
Göstergeler öyle olduğunu söylüyor. Europol’un son AB terör raporunda, “grupların operasyonel yeteneklerinin aşağılarda kaldığını” ortaya koymasına rağmen,2015’ten 2016’ya kadar sol kesim ve anarşist terör saldırılarının “keskin yükseliş” olarak değerlendirildiği görülmektedir. Alman İçişleri Bakanı sol kesim şiddetinin %10 artış gösterdiğini ifade etmiştir. 2017’de de G20 zirvesinin aşırı sol şiddet eğilimlerinde artış gözlemlenmesine katkısı olduğu gözlemlenmiştir.
Bununla birlikte, tüm aşırı solcuların eşit bir şekilde şiddet gösterdiğini söylemek mümkün değildir. Europol’un açıklamasına göre anarşist gruplar ve aşırı sol eğilimli bireyler şiddete daha fazla başvururken, aşırı sol hareketlere mensup olanlar şiddete daha az başvurmaktadır.
Kaç farklı tip aşırı solcu vardır?
Avrupa’da hayret verici sayıda aşırı sol grup bulunmaktadır. Ama uzmanlar üç temel kategoriye ayırmaktadır: Marx, Lenin öğretilerine sıkı sıkıya bağlı komünistler, anarşistler ve Hamburg’daki Rote Flora ya da Kopenhag’daki Christiana’daki gibi özerk radikaller. Alman İçişleri Bakanı bu gruplar arasında komünistlerin sayısının azaldığını, diğer iki grubun büyümeye devam ettiğini belirtmiştir. Bakan ayrıca “özerk” radikallerin şiddet olaylarının büyük çoğunluğundan sorumlu olduğunu belirtmiştir.
Aşırı sol kesimin işlediği suçlar nedir?
Cinayetten duvar yazılarına kadar herşey. Conspiracy of Fire Cell üyeleri, 2013’te Yunanistan’da aşırı sağ Altın Şafak derneğinin iki üyesini öldürmüştü. Aynı örgüt Almanya Maliye Bakanı Wolfgang Schäuble’ye gönderilen bombalı mektubu da üstlenmişti.
Tüm radikal sol kesim şiddet olayları aynı derecede dramatik değil, şüphesiz. Ancak Europol’un yazdığına göre: “2016’da Almanya’da anarşist aşırıcılar sayısız kundaklama olayı düzenlemiştir. Hedeflerinde polis ve sokaklardaki özel araçlar vardı. Belçika’da da benzer olaylar yaşanmıştı.
G20’ye yönelik şiddetin yansımaları nasıl olur?
Ani etki Almanya’daki ve Avrupa’nın diğer yerlerindeki insanların etkilenmesidir. Özellikle 7 Temmuz’dan önce buradaki insanlar olası bir aşırı sol şiddetine karşı hassasiyet kazanmıştır. Almanya’nın en büyük partilerinin siyasetçileri, muhafazakârlar ve sosyal demokratlar Avrupa’da aşırı solcuların geniş bir listesinin oluşturulması için çağrıda bulunmuştur.
Ancak Europol böyle bir listenin hali hazırda bulunduğunu ifade etmektedir. Emniyet teşkilatının Dolphin projesi hem sağ kesimde hem de sol kesimde, AB üye ülkelerini etkileyen ciddi siyasi suçlarla ilgili bilgi alışverişine izin vermektedir.
Herşeyin en başı en sancılı olan kısmıdır. Neyse ki ortamın yabancısı değilim. Bundan önce çok seferler “blog” açıp kapatmışlığım oldu. Ama galiba hayat rayına oturduktan, arayışlar sona erdikten sonra daha kolay olacak herşey. Bir kere, hayatım boyunca kafa karışıklıklarımın en az olduğu dönemi yaşıyorum. O yüzden burada kendimi anlatmam daha kolay olacak. Cümlelerim daha anlaşılır ve net dökülüyor parmaklarımdan. Neden, nasıl bahsedeceğimi biliyorum. Üslubumu oturttuğuma inanıyorum. İsteklerim, prensiplerim, değer verdiklerim, savunduklarım, koruduklarım belli. Burada önemli olan da güzel ve özel gördüğüm ne varsa aralarından seçtiklerimi paylaşmak. Ne paylaşacağım belli.
Bunlar ısınma turları… Gelecek günler için heyecanlı bekleyişler… Daha fazla şey paylaşma isteği… Daha çok şey öğrenme isteği… 🙂 SABIRSIZLIK!!! 🤗🤗🤗