Bugün üzgün değilim, bugün mutsuz, kaygılı ve kimsesiz hissetmiyorum kendimi…
Çekirdek ailem ve geniş ailem (o da ne demekse) içinde sadece abim var. Bir de kendi kurduğum ailemde eşim.
Bir yıldır düşünüyorum. Bu kadar yakından tanıdığım, kaşının gözünün oynamasından ne düşündüğünü bildiğim, hatta kendimden daha iyi bildiğim ikinci insanımın da gitmesi bana kendimi kötü hissettirmedi.
Animasyon dünyası “gerçek” sayılsa, ikisinin de içimde olduğunu her şekilde kanıtlayabilirim.
Yeni yeni planlar yapmaya başladım annem gittikten sonra. İyi kötü gerçekleştirmeye başladım. Başlamak zordu ama en önemli kısmıydı.
Geçen sene doktorların yoğun bakımın kapısında utana sıkıla üzüle “elimizden gelen her şeyi yaptık, ama annenizi kaybettik” dediği an biraz önce yaşamışım kadar canlı aklımda…
Bir yıl önce bugünlerde önümde dağ gibi sorumluluklar ve bir tek ben…
Şimdi bir yıl geçti. Geniş aile kavramının hiçbir şey ifade etmediğini, gerçekten yalnız başıma kaldığımı iyice anladım.
Neyse ki maddi olarak hiçbir ihtiyacım yok. Ama aralarında nasılsın diye soran da yok. Olmasın da. Bir yıl içinde de hiç olmadı.
Akrabalığım olmayan insanların beni daha çok merak ettikleri bir süreçten geçtim. Onlar iyi ki varlar, annemi anıyorlar, nasıl sevdiklerini anlatıyorlar, bu beni üzmüyor, aksine güldürüyor çünkü annem hayat dolu eğlenceli ve komik bir kadındı.
Bu tarih, küçük ceviz teknemde sevdiğim birkaç insanla yol almaya başladığım tarih.
Günler batar, yeni gün doğar, insanlar değişir, insanların kendi değişir, hava değişir, deniz değişir… Benim hayatta kalma arzum hiçbir zaman değişmez. Hayatı sevme ve yeni şeyler keşfetme heyecanım hep benimle kalır.
Sevdiğiniz birinin bu dünyayı terketmesinin ardından onunla yaptığınız “ölüm konuşmaları” kulaklarınızda çınlıyor. Sizin söyledikleriniz, onun söyledikleri…
Bundan 5 yıl önce olsa, benzer konuşmalarda “saçmalama, kapat konuyu!” derdim, sustururdum… Öyle de olurdu… Bu sene çok konuştuk ölümü annemle… Ben sadece dinledim. Mantıklı geldiği için değil. Hayatın ve ölümün bin bir türlü hali var. Ölüm konuşmaları da hayatın bir parçası. Ölüme dair fikirlerini öğrenmek çok kıymetli aslında. Ölümü konuşmaktan korkmaktansa insanların ölümle ilgili düşüncelerini öğrenmek o kişinin hayata bakışını da anlamanızı sağlıyor…
Bu konuşmaları babamla da yapmıştım. O süreçte babamın gidişi bir sürpriz değildi. Biliyorduk, bir kaç ay içinde bambaşka insanlara dönüşecektik. Öyle de oldu. Babam, “insan ömrünün evrende bir kibritin yanma süresi kadar” olduğunu söylerdi. Ya bir yerde okudu ya da ölümü böyle düşünecek kadar süresi oldu, bilemiyorum. “Öldükten sonra masadan, sandalyeden bir farkımız kalmayacak” diyen de babam… Ona göre ruh diye bir şey yok… Beden yaşadığı sürece var oluruz ve zamanı gelince, organlar işlevini yitirince tüm hikaye sona erer…
Bu, benim en korktuğum şeydir. Ben ruhun varlığını, beden sonrası bir yolculuğu olduğunu ve bu yolculuğun hiç bitmediğini düşünen taraftayım… Varlığın devamlılığının olmadığı düşüncesi ve olan bitenin bu dünyadan ibaret olduğu fikrini reddediyorum. Ruhun olgunlaşması, yeniden başka bir serüveni yaşamaya başlaması saçma gelmiyor. Öğrenilmesi gereken şeyler var ve her şekilde o öğrenemediğimiz her ne varsa onu allem edip kallem edip öğreneceğiz. Son öğrenmekle gelecek ve yeni şeylerle devam edecek dönüşüm.
İlk ölüm tecrübesini 4 yaşımda babaannemin kaybı ile yaşadım. 7 yaşımda anneannemi, 11 yaşımda dayımı kaybettim. Dedelerimi zaten hiç görmedim. Ölüm bir süre için kendini unutturmuştu ki, 2015’te eniştemi, 2017’de babamı ve şimdi de annemi uğurladım…
Annemle ölüm dahil her şeyi konuşurduk… Hatta, “Gittiğinde bana ordan bir işaret çak. Korkarım diye endişelenme, sen olduğunu bilirim, senden mi korkacağım, yapma!” demişliğim bile var! Hala bir işaret göndermedi, bekliyorum 🙂
21 Eylül 2020, annemin aramızdan ayrıldığı kırk gün oluyor… Babam gibi gidişi ayan beyan ortada değildi… Ama ben her “günaydın”ımı ya da her “iyi geceler”imi sonmuş gibi korkarak söyledim anneme babam gittikten sonra… O kadar beklenmedik ama o kadar gelişine hazırdım ki ayrılığın…
Ses kayıtları, fotoğraflar, videolar… Hiçbirinden vazgeçmeyin, sevdiklerinizi çekebildiğiniz kadar çekin en eğlenceli anlarınızda, en doğal anlarınızda, en aklınızda olmayan zamanlarda… Sadece sizin için değil, dünyaya getireceğiniz çocuklarınız ya da yeni tanıştığınız birine sevdiğinizi anlatırken o halini gösterin, kelimelere gerek kalmaz, kelimeler zaten yetmez…
Sevdiklerimiz hayatlarımıza iyi ki girdiler ve iyi ki bizi hayatlarına dahil ettiler… Dünyaya bir ses, bir “insan” ihtimali bırakıp gittiler… Başka ihtimallerin hayalini kurdurarak…
Annemin kahkahalarla ve geleceğe dair umutlarla ameliyata girdiğini belgeleyen son fotoğrafı. Ameliyattan sonra 2 gün kadar yoğun bakımda kalacaktı, sonra odaya geçecektik. Eskisinden daha sağlıklı bir şekilde hayatımıza devam edecektik. “Plan”, “arzu edilen”, “hesaplanan” buydu.
Annemin son fotoğrafı
Nasıl anlatırım, bilemiyorum. Burası benim hem günlüğüm hem de açık mektup olarak kullandığım bir yer.
Annemi ameliyathaneye uğurladıktan sonra ben de hemen yanda bulunan bekleme salonuna geçtim. Normal koşullarda 11:00’de başlayacaktı ameliyat. Öyle de olmuş. 4-5 saat sürmesi beklenen operasyon çok daha kısa sürede bitmiş. Ama annem anesteziden uyandıktan kısa bir süre sonra ağrısı olduğunu söylemiş ve tekrar operasyona almışlar. Bu şekilde kalpte hiçbir görüntülemede ortaya çıkmayan sorunlarla ilk defa tanışmış olduk.
Hali hazırda aort daralması ve mitral kalp kapakçığı problemleri varken buna divertikül ve kalbin “frajil” yapısı da eklenmiş oldu. Perşembe sabahından Pazartesi gecesine kadar 5 ameliyat geçirdi. En sonunda Salı sabahı kalbi iki kere durdu ve 11:15’te bir esintiye dönüştü.
Süreç boyunca defalarca öldüm, defalarca umutlandım. İki uç arasında nefes alıp verirken ne gündüzün ne de gecenin farkına vardım. Annemin gözleri kapalı olduğu sürece benimkiler de hiçbir şeyi görmedi. En sonunda gözlerimi kör edecek kadar bembeyaz kesildi ortalık… Nefesim daraldı, en yakın arkadaşım, en büyük sırdaşım koskocaman okyanusa karıştı…
Anne kaybı… Tarifi olmayan bir kayıp. Babamın peşine takılıp bu kadar kolay gidebileceğini tahmin etmemiştim. Buraya kadarki anlattıklarım şimdilik bazılarımızın yaşadığı, en sonunda herkesin yaşayacağı insani duygular.
Her kayıp erken, evet. 70 yaşında olsaydım da erken olacaktı. Ayrılmak her zaman çok zor.
Hayalperestlik gibi gelebilir, “kendini avutma” diyenler olabilir ama ben şu durumda bile şükredecek şeylerden bahsetmek istiyorum. Bunu hiçbir zaman unutmamak için ya da bir yerlere karalayıp daha sonra kaybetmemek için buraya yazıyorum.
“En yakın arkadaşım”, “en büyük sırdaşım”, “bu ilişkide kim anne, kim çocuk?” demelerim, sonsuz sayıdaki “iyi ki”lerim, keyfi “keşke”lerim… Hepsi benim kalbimde bir bütün, hepsi annem. Annem hayattayken bile Candan Erçetin’in “Annem” şarkısını bile dinleyemezdim ben…
Bu durumda neye şükrediyorum, biliyor musun? Bir gün eve geldiğimde cansız bedeniyle karşılaşma ihtimalimin olmamasına… Operasyondan kalbin başarılı çıkmasına rağmen beynin zarar görmesi sonucu ömür boyu yataktan kalkamama ihtimalini yaşamadığıma… Ameliyatı gerçekleştiren ekibin halden anlamasına, doktorumuzun bizi ne zaman görse geçiştirmeden bilgilendirmeye değer görmesine, insanın sınırlarını zorlayacak çabalarına…
Belki de en önemlisi; annemle son kez uzun uzun vedalaşabilme şansım olmasına şükrediyorum. Onu mis gibi yıkadım, pamuklara sardım sarmaladım, güller bastım, fularımla uğurladım, hep yanında olayım diye… Bunları yaparken konuştum… Dinledi. Planlarımın hepsini biliyordu, tekrar ettim. Vazgeçecek gibi olduğum zaman üzülürdü. Artık üzülmesine gerek yok, söz verdim çünkü. Bunları yaparken yanımda olacağını biliyorum. Verdiği güçle her zaman yanımda, bunun da farkındayım.
Duygular arası ani geçişler yaşarken dünyanın derdi COVİD-19 ile ilgili de söyleyeceklerim var. Sadece bu süreçte gördüklerimi anlatmam yeterli olacaktır. Yoğun bakımdan annemle ilgili bilgi almak için gitmek üzere çağırdığımız asansörde COVİD-19 ekibi ve bir de hasta vardı. Bilimkurgu filmini andıran o karede tek eksik dumandı… Annemin ölüm haberini duyduğumuzda yoğun bakımdaki hemşirelerden birinin pozitif olduğunu öğrendik. Ama maske taktığı için hiçbir hasta bu durumdan olumsuz etkilenmemiş. COVİD-19 şüphesiyle yalnız Hacettepe’ye başvuranların sayıları bir gün içinde 250’den fazlaymış. Bu durum daha önce hiçbir hastalıkta bu kadar vahim olmamış. Morgda annemin yanında son kez bulunmak üzere girdiğimde ise iki COVİD-19 cenaze vardı. COVİD-19 cenazeleri Ortaköy’de defnediliyormuş. Yakınlarının görmesine izin verilmeden.
Annemi en fazla istediği yere, dedesinin üzerine defnedebilmemiz en büyük iç rahatlığı. COVİD-19 teşhisi konmuş olsa annemi bir daha hiç göremeyecektim. İstediği yere yerleştiremeyecektim.
Annemin kalbi “sürpriz” yapmamış olsaydı, şimdi bu yazıyı başka bir şekilde yazmış olacaktım. Ama ihtimaller denizinde boğulmanın kimseye faydası yok. Ben yaşadıklarımızı ve benim ne kadar çok sevdiğini biliyorum. Bu durum da değişmeyeceği için çok huzurluyum.
Annemi ne kadar çok sevdiğinizi gördüm. Hayatta onun kadar sevilebilmek, enerjisiyle adından söz ettirebilmek en büyük amacım. Kendime ihanet etmeden, yapabileceklerimden fazlası için kendimi zorlamadan, zamanın akışında ilerlerken annem de babam da yanımda olacaklar. Bu da benim inancım ve hissettiğim. Kendi kendime kaldığım zaman içime yerleştirdikleri pusulaya bakmam yeter. 🌻
Bir denizin kıyısında elinizde biralarla, elma dilim patateslerinizle gün batımında beni bekliyorsunuz, o sıcacık deniz kokusu esintisiyle… 💙💛🤍
Babam Nami Çağan ve annem Neşe Çağan ile birlikte… Kaş Restaurant, yerinde Loop var artık. Bu fotoğraf 2010’da çekilmişti. Abim o sene bizimle değildi. (Seninle olan bir fotoğrafı da bulacağım, merak etme❤️)